23 Kasım 2019 Cumartesi

Fermuar

Titreyerek soyunuyorum, demir ökçeli ayakkabılarımı ve fabrika tulumunu üzerime geçiriyorum. Çoğunluğunu taşeron şirketin filipinli, brezilyalı işçilerinin oluşturduğu bu soyunma odası prefabrikten bozma ve herhangi bir ısıtma sistemine sahip değil. Yan dolapta her zamanki gibi parfümünü sıkan Oyama san, 40'lı yaşlarının sonunda, aksansız japoncasına rağmen saçlarını sarıya boyaması ve biraz da tombulca olması bana başka bir milletten olduğu izlemini veriyor ama bir türlü sorma cesaretini bulamıyorum kendimde. Kafamda yine binbir düşünceler, kendi kendime yine aynı replikleri saydırıyorum, bak oğlum diyorum, hayatının bundan sonrasını burada, bu insanlarla, aynı işi belki yüzbinmilyon kere daha yapıyor olacaksın belki de. Bunu kabullenmenin zamanı gelmedi mi artık. Hem o kadar da fena sayılmaz ya, bak bu kadar insan on yıllardır yapıyor bu işi, demek ki oluyor işte, zaman bir şekilde akıp gidiyor...

...

Tokyo. Bir Ağustos vakti. Nasıl olmuşsa başvurduğum işlerden birinden bir yanıt gelmiş, son iki senedir gece gündüz javascript, nodejs, react üzerine tırmalamam bir işe yaramış, aracı bir şirket üzerinden ilk görüşmemi skype üzerinden yapmışım. Görüşmede bildik şunu bunu yaptımın dışına çıkıp adamlara kafamdaki bir kaç yenilikçi fikirden bahsetmişim, etkilenip ikinci görüşmeye çağırmışlar ve fikirlerime dair bir sunum hazırlamamı istemişler. Verilen süre çok kısa olmasına rağmen canavar gibi çalışıp hazırlanmış, bir gece öncesinde Yoko'ya sunumu yapmışım. Görüşmeye 1 saat öncesinde gelip, 5 dakika uzakta bir kahvede kahvemi içip, son hazırlıklarımı yapmışım...

Kalkma vakti, 10 dakika var görüşmeye, tuvalete gidiyorum. işimi görüp çıkmak üzereyken.. Fermuar çıt diye kırılıyor. Hayır takılma, sıkışma, bir tarafta kalma falan durumu değil, metal zımbırtı bildiğin ortadan ikiye kırılıyor lan.. Ne yapacağım.. Gömleği üstüne çıkarsam saygısızlık olacak, hem kırış kırış, kapatmaya çalışsam.. Bir yerlerden bir iğne falan bulup geçici bir şeyler yapsam..

Koştura koştura çıkıyorum kafeden, bir yandan telefonla Yoko'yu arayıp panikle soruyorum, Yoko ne yapayım, fermuar bariz açık, ortalıkta bir terzi vesaire yok, Yoko ne yapayım? O esnada ne hikmetse çantanın ağzı açılıyor ve laptop, kablosu vesaire dan dun ortalığa saçılıyor. bir yandan telefonda, kadıncağızın biri sağolsun yardımcı oluyor toparlıyorum ve kapatıyorum telefonu. Koşa koşa bir ara sokağa sapıyorum, terzi gibi bir şey gözüme ilişiyor, vitrinde kıyafetler falan var, belki bir firkateyn-adı bu muydu-  vardır diyorum, içeride genç bir tezgahtar müşterisiyle konuşuyor, çat pat durumu anlatıyorum japonca, iş görüşmesi çok önemli, fermuar kırıldı, bir şey var mı? bir şey ama ney.. tezgahtar özür dileyerek yardımcı olamayacağını söylüyor. Apar topar görüşme yerine koşturuyorum, tam zamanında varıyorum. Aklımda tek çözüm, not defterimi çıkarıp ellerimi önümde birleştiriyorum, şaban oğlu şabanım, saygı tohum, eyy.. 

Neyse ki sunumu oturarak yapmamı istiyorlar, Yoko'nun son gece müthiş katkısının da yardımıyla etkileyici bir sunum yapıyorum, Ve 3. bir görüşmenin ardından -o da ayrı bir absürd hikaye; adamlar beni küçük çaplı bir öss sınavına soktu, işçi, havuz, karışım, kredi faiz permütasyon kombinasyon falan filan- işe alınıyorum.

Ve şimdi ne mi yapıyorum. Akıllı gemi tasarlıyorum.

Hayat. Gün batımından şafağa. Dört nala. Nefes nefese. Her nerede, ve nasıl yaşanıyorsa.

2 yorum: