30 Ağustos 2017 Çarşamba

Kuzey'e uçalım dostum, varsın kanatlarımızın bizi taşıyamadığı yerde düşelim.

Çekilen günler kutsaldır.

Japonya'da ilk sabahıma sağanak yağmur altında koşarak başladım, donuma kadar ıslanarak ve "her adam çıplak doğar" diye haykırarak.

Yağdı, yağdı, yağdı. Üçüncü günün sabahı saat 1 gibi Yoko'nun telefonu acı acı ötmeye başladı. Japon erken uyarı sistemi bulunduğumuz bölgede toprak kayması olabileceğini, bu nedenle herkesin yakındaki bir ilkokula sığınması gerektiğini bildiriyormuş.

Bulunduğumuz yer sık ormanlarla ve dağlarla çevrili yemyeşil bir kasaba. Sadece güney doğuda bir tepe jiletle bir parçası kesilip alınmış, tehlike de buradan kaynaklanıyor zaten. İnsan Japon da olsa insan işte.

Line (whatsapp'ın uzak doğu versiyonu) üzerinden aile ve komşuları arasında devam eden kısa bir muhabbet sonrasında evde kalınmaya karar verildi, yattık uyuduk. Sabah ev yerinde duruyordu.

İlginç ayrıntılar var, bizde mutfaktaki el bezinden biraz büyükçe bir havluyu banyo sonrasında tüm bedenini kurulamak için kullanıyorsun. İlk gördüğümde oha bu ne lan demiştim, şimdi o bez parçasıyla tüm bedenimi kurulayabiliyorum. Sormayın işte, oluyor bir şekilde.

Japonca öğrenmek için paralıyorum kendimi. Çok yavaş ilerliyor, oldum olası ağır adamımdır zaten zeka ve fiziksel beden söz konusu olduğunda. Duygular söz konusu olduğunda ise benden hızlısı zor bulunur, elit bir taktisyen olduğumu rahat iddia edebilirken, strateji konusunda gelişmeye açık olduğumu (!) söylemem bundan. Strateji sonuçta sabır işi. Pişiyorum.

Ayağımın tozuyla işçi bulma kurumuna gittim (Hello Work diyorlar burada, çin işi japon işi). Mülakata girdiğim hatun Japonya'ya gelişimin üzerinden henüz 1 hafta geçtiğini duyunca şaşırdı biraz, Japonca istemeyen sadece 2 iş ilanı vardı, biri basic conversation ( En basit düzeyde konuşma), diğeri greeting level (selam, aleyküm selam), greeting level olan için bir görüşme ayarladı sonraki haftaya.

Bugün o görüşmeye gittim ve işe alındım. 1 hafta boyunca kasaba kütüphanesinde hazırlandım bu işe, evden iş yerine 1 saatlik yolda Yoko'yla çıkabilecek tüm soruların Japonca üzerinden geçtik. Japonya'ya ne zaman geldin, neden geldin, en son iş deneyimin neydi, hangi çalışma saatleri sana uygun, fazla mesai yapar mısın, gece çalışmak uygun mu, işe nasıl gelip gidebilirsin falan filan..

Sınava girer gibi görüşmeye girdim, adamın tüm sorularına yanıt verdim, yetmedi benimle aynı zamanda mülakata giren Kolombiya'lı bir genç için de tercümanlık yaptım. İnsan Kaynakları yetkilisi Japoncan iyiymiş ya falan bile dedi ama alakası yok tabi. Kolombiyalı genç de Japon'la evli, eşi Avustralya'da okurken tanışmışlar, iki aydır Japonya'da, pek konuşamıyor haliyle Japonca'yı.

İş yerim Sony'nin üretim merkezlerinden birinde, devasa bir üretim alanı, çalışacağım şirket bu komplex içinde ama taşeronvari bir şirket, elektronik malzemelerin tamiratına odaklı bir şirket, hem Sony'e hem diğer markalara taşeronluk yapıyor.

İK'cı eleman giydirdi bize özel gömlekleri, ayakkabıları fabrika içinde yürümeye başladık. Bildiğin fabrika ortamı işte, parça parça televizyonlar, cnc tezgahları, elektronik bir sürü alet edavat, mavi gömlekli işçiler falan. Yürüdük yürüdük, bir bölüme geldik, tezgahlarda elektronik kartlar, lehim makinaları, devreler falan, adam döndü bana, burada arızalı akıllı telefonlar tamir ediliyor, tamir edilemediğinde geri dönüşüme sokulmadan işe yarar parçalar alınıyor, hani cv'inde elektronik mühendisi yazıyor ya, yapabilir misin bu işi dedi? Dekiru? Ulan elime en son havyayı ne zaman almıştım? İSU'da? Sene 2004 falan? El becerim de felakettir ama.. Amaan, salla ya. Dekiru, dekiru. Yapabilirim.

Yapabilirim.

Adam kafasını salladı, döndü yürümeye devam. Başka bir bölüme geldik, burada yepyeni kartlar var, eleman Kolombiya'lı çocuğu eliyle gösterip bana döndü, burada yeni cihazlar var, tüm bilgisayar kontrolleri yapılmış, piyasaya gönderilmeden önce insan gözüyle son bir kontrol yapılıyor, bu arkadaş da bunu yapabilir mi dedi? Söyledim elemena, yapabilirim dedi. Tsujikawa-san yine kafasını salladı yürümeye başladık tekrar. Görüşmede ufak bir detay aklıma geldi, Kolombiyalı arkadaş gözlük takmıyordu ama Kolombiya'da takıyormuş sanırım, merdivenleri inerken de sanki biraz ağır davranıyordu gerçi ama ulan lens diye bir şey var sonuçta, neyse. Sonuçta elemanın işi benim iş düşünüldüğünde baya bir kolay gibi görünüyor, ben lehimdi, kondansatördü, dirençti falan uğraşırken eleman karta gözüyle şöyle bir bakıp tamam ya da devam diyecek.

Dönüşte Victor Luiz ve ben saatlik 1000 Yen'e işe alındığımızı öğrendik, elemanın işinin daha kolay olmasını gece vardiyasını kitleyerek dengelemişler, ben 8:30-18:30 çalışırken o ful gece mesaisinde olacak. Durumu anlattığımda şöyle bir güldü ve "bu iyi bir başlangıç" dedi.

Kaderin garip bir cilvesiyle mesleğimin özüne döndüm, general olmaya bir adım kaldığını düşündüğüm bir dönemde er-erbaş donuna büründüm.

Ve evet, bu iyi bir başlangıç. Rabbim utandırmasın.

Şafak?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder